ı elbet aşka dair hiçbir söz, acının adresinden uzağa düşmez vakit dar ve hızlı düşünüp bir ân önce bir mersiyeyle salâsı verilip kalkmalıydı hasadı, aşkın şu sebepsiz ölümünün..
aşk sonsuzdu ve anlık bir şeydi bir ölüm ve her ölüm bir 'ân' ne takdimi, ne tehiri mümkün sonsuza dek bir daha tekrarlanmayacak olan..
bir 'ân' yalnızca 'kendi'ydi zeldâ teksir ve transkriptine dair içinden tek alâmet vermeyen şifresi kendinden, müthiş bir sır ve saygıyı hep hak eden kutsal bir tören cenaze ve düğün gibi.. ıı 'ân' dedik ya, bir an en çok da geçtiğimiz yüzyıldan kalan tarihten kaçmış, ben gibi vatanı gayr-ı sahih, üç beş romantik zanlı artık anı olmuş bir ‘ân’ı aramıza alıp haymatloslar gibi etrafına toplanıp adaletle bölüştüğümüz bir anımı hatırladım.. orda biz, yanlış zamanlarda aynı ‘aşk’lara düşen vakitsiz cemrelerdik.. .. sanırım eylül’ün orta yeri ve yağmur mevsimiydi yani, yeni bir göç öncesi..
herkes gibi benim de çıkınımda karınca kararınca o aynı azık; şarkım, yalnızlığım, sigaram ayrıca kemanım vardı yanımda ve fazladan bir duâm.. lakin yine yoktu kadınlarımız bu büyük eksiğimizle, yola hazırdık..
Sen Petersburg, belki Viyana, Zagrep ya da Rijeka Peşte ve Buda şu âşıklar kenti Verona belki; belki şu meşhur sonbahar parklarından biriydi.. yüzyıllık yalnızlığımızı, dökülen yapraklar ve yalnız çay bahçeleri paylaşıyordu bizimle, 'yalnız'ca..
dosto’ydu masada oturan; önce o gelmiş gözlerinde geçmişin o saf, pussuz gözlüğü 'suç'u, 'cezâ'sından ayırmaya çalışırken romanı karşısında bir suçlu gibi duruyordu bakışlarında bi 'ecinni' sabitliği kitap kurtlarının aşk kemirmelerine henüz kapalı o el yazısı müsveddelerine eğilmiş tersinden, anakronik bir ön seyirle dünden bugüne dalmış oyundan çıkış saatini kuruyordu krillov’un..
gün uyanana dek hiç konuşmadı..
o, notlarıyla meşgûlken o ara Nastasya fırsat bilip bunu Mişkin’le kararlaştırdıkları düğün günü, tam da o uğursuz Rogojin’le kaçıyordu gizlice ve budalaca fırına henüz hazır ‘Budala’nın sayfaları arasından.. bu yüzden çayı, ders olsun diye aşkı arayan zavallı Prens'e ısmarlattı.. ııı Oblomov’u bekliyorduk gelişine dek sustuk üçümüz de suspustuk.. o ara, o zaman diliminde, ben miskinliğin o olağanüstü sihrini saklayıp masanın altına, ustalıkla uysallığı iyilikle baş göz edip biçırpı ve törensiz uçsuz bucaksız steplere, Sibirya’ya benim dilimde o 'sonsuz bozkır'a sürgün gibi bir seyahate çıkardım, balayına ki artık şu miskin adam bir kez daha aşk umup boş yere yerli yersiz, aldanmasın.. .. geldin ya onca uzak yoldan zeldâ yine 'eylül' diyerek?!.
Merhaba Leyla
YanıtlaSil"Açılın kapılar şah'a gidelim" dizesi geldi gönlüme
açılsın inşallah , muradına eresin ..
hoşdöndün :)
YanıtlaSilOzlettiniz kendinizi.. Hoş Geldiniz. . :)
YanıtlaSilŞiir tatlı bir esinti gibi geldi. .
bence hoşgeldin!
YanıtlaSildaha sık yazman ümidiyle.
ı
YanıtlaSilelbet aşka dair hiçbir söz, acının adresinden uzağa düşmez
vakit dar ve hızlı düşünüp
bir ân önce bir mersiyeyle salâsı verilip
kalkmalıydı hasadı, aşkın şu sebepsiz ölümünün..
aşk sonsuzdu ve anlık bir şeydi bir ölüm
ve her ölüm bir 'ân'
ne takdimi, ne tehiri mümkün
sonsuza dek bir daha tekrarlanmayacak olan..
bir 'ân' yalnızca 'kendi'ydi zeldâ
teksir ve transkriptine dair
içinden tek alâmet vermeyen
şifresi kendinden, müthiş bir sır
ve saygıyı hep hak eden kutsal bir tören
cenaze ve düğün gibi..
ıı
'ân' dedik ya, bir an
en çok da geçtiğimiz yüzyıldan kalan
tarihten kaçmış, ben gibi vatanı gayr-ı sahih, üç beş romantik zanlı
artık anı olmuş bir ‘ân’ı aramıza alıp
haymatloslar gibi etrafına toplanıp
adaletle bölüştüğümüz bir anımı hatırladım..
orda biz, yanlış zamanlarda aynı ‘aşk’lara düşen
vakitsiz cemrelerdik..
..
sanırım eylül’ün orta yeri ve yağmur mevsimiydi
yani, yeni bir göç öncesi..
herkes gibi benim de çıkınımda karınca kararınca o aynı azık;
şarkım, yalnızlığım, sigaram
ayrıca kemanım vardı yanımda
ve fazladan bir duâm..
lakin yine yoktu kadınlarımız
bu büyük eksiğimizle, yola hazırdık..
Sen Petersburg, belki Viyana, Zagrep ya da Rijeka
Peşte ve Buda
şu âşıklar kenti Verona belki;
belki şu meşhur sonbahar parklarından biriydi..
yüzyıllık yalnızlığımızı, dökülen yapraklar
ve yalnız çay bahçeleri paylaşıyordu bizimle, 'yalnız'ca..
dosto’ydu masada oturan; önce o gelmiş
gözlerinde geçmişin o saf, pussuz gözlüğü
'suç'u, 'cezâ'sından ayırmaya çalışırken
romanı karşısında bir suçlu gibi duruyordu
bakışlarında bi 'ecinni' sabitliği
kitap kurtlarının aşk kemirmelerine henüz kapalı
o el yazısı müsveddelerine eğilmiş
tersinden, anakronik bir ön seyirle
dünden bugüne dalmış
oyundan çıkış saatini kuruyordu krillov’un..
gün uyanana dek hiç konuşmadı..
o, notlarıyla meşgûlken o ara
Nastasya fırsat bilip bunu
Mişkin’le kararlaştırdıkları düğün günü, tam da
o uğursuz Rogojin’le kaçıyordu gizlice ve budalaca
fırına henüz hazır ‘Budala’nın sayfaları arasından..
bu yüzden çayı, ders olsun diye
aşkı arayan zavallı Prens'e ısmarlattı..
ııı
Oblomov’u bekliyorduk
gelişine dek sustuk üçümüz de
suspustuk..
o ara, o zaman diliminde, ben
miskinliğin o olağanüstü sihrini saklayıp masanın altına, ustalıkla
uysallığı iyilikle baş göz edip biçırpı ve törensiz
uçsuz bucaksız steplere, Sibirya’ya
benim dilimde o 'sonsuz bozkır'a
sürgün gibi bir seyahate çıkardım, balayına
ki artık şu miskin adam bir kez daha aşk umup boş yere
yerli yersiz, aldanmasın..
..
geldin ya onca uzak yoldan zeldâ
yine 'eylül' diyerek?!.
''esip gecmek''
YanıtlaSiltam olarak yaptıgın bu iste..
'yok' musun sen?!.
YanıtlaSil