Kitaplardan Alıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitaplardan Alıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2010

I Never Promised You a Rose Garden

You know, it seems like I have developed a love for dystopian novels, since I have decided to re-read this book all over again. Perhaps I will see and/or discover new indepths and explore the richness of new point of view(s) .. Seeing things from new perspectives.. Will keep you posted though !

The first time I was aghast, for the storyline was so realistic and genuine. Moreover, I was seriously stunned how the writer managed to express a teenage girl's battle, her sobriety, her 'worlds' so vividly and sincere. Simply, def. recommended !



"Deborah, watching, saw what would be to her forever after the symbol of the impotence of all mental patients: the blow again, calm and accurate and merciless, and the spitting back again and again."

"I never promised you a rose garden. I never promised you perfect justice ... and I never promised you peace of happiness. My help is so that you can be free to fight for all of those things. The only reality I offer is challenge, and being well is being free to accept it or not at whatever level you are capable. I never promise lies, and the rose-garden world of perfection is a lie ... and a bore, too!"

"her presence was making them struggle with Maybes. Suddenly she realized that she was a Doris Rivera, a living symbol of hope and failure and the terror they all felt of their own resiliency and hers, reeling punch-drunk from beating after beating, yet, at the secret bell, up again for more."

23 Kasım 2010

"Fīhi mā fīhi."

"Our purpose here was to draw a comparison. It is not a matter of atoms, or Adam. Similarity is one thing, comparison is another. Although our mind cannot comprehend that reality, yet how can mind abandon the effort? If our reason gave up the struggle, it would no longer be reason. Reason is that thing that perpetually, night and day,  is restless while thinking and struggling, striving to comprehend, even though God is unknowable and incomprehensible."

"sanma şâhım herkesi sen sadıkâne yâr olur"

"...bak tam şuramda,sol yanında ,kalbimin altında bir yer eksik kalıyor. Sonra bu kadarla kalmıyor ,o eksiklik bütün ruhuma doluyor. Ne yapsam eksilmiyor ne yapmasam dolmuyor."

* * *

"Yâ Nakkaş !
Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Âdem'den bu yana bu yer’li olmadığını. O ilk adımın hatırası yerl...i yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğreti...lik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerinde kimsenin kimseye öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını."

20 Kasım 2010

"Mecnun'un olduğu yerde Leyla'dan gayrı söz mü olur"

".. başını avuçlarımın içine alıp gözlerine baktığımda,
gözlerinde gördüğüm şeyi sevdim .."

"Bütün yaşadıklarımı yok etmek için attım bütün defterlerimi ateşe.
Kalbim kalmasaydı geriye, yaşanmamış bir aşk olacaktı bu.
Kalbimi yakamadım .."

18 Kasım 2010

Lâ - L

‎"Kimse kimsenin yerine yanmıyor ve kimsenin yangını kimseye uymuyor."

Nazan Bekiroğlu
Mor Mürekkep

"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı.."

Fuzulî

17 Kasım 2010

Astra Inclinant, Non Necessitant



"It's lovely to live on a raft. We had the sky up there, all speckled with stars, and we used to lay on our backs and look up at them, and discuss about whether they was made or only just happened. Jim he allowed they was made, but I allowed they happened; I judged it would have took too long to make so many. Jim said the moon could 'a' laid them; well, that looked kind of reasonable, so I didn't say nothing against it, because I've seen a frog lay most as many, so of course, it could be done. We used to watch the stars that fell, too, and see them streak down. Jim allowed they'd got spoiled and was hove out of the nest."

Adventures of Huckleberry Finn

* Astra inclinant, non necessitant
The stars incline; they do not determine


Thank you for the inspiration and images, milord !

12 Kasım 2010

Alışma Bana

"Alışma bana, ne yapacağım belli olmaz.. Bugün varım yarın birden yok olurum..
Dokunma bana,kapanmamış ...yaralarla doluyum..
Canımı acıtma, bir yarada sen açma..
Sevme beni yoğun duygularımda kaybolursun tutuşursun..
...İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum..
Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum..
Anlama beni, ben kendimi bilirim,ben böyle mutluyum..
Aşkı yaşatmamı isteme asla, ben aşka yıllardır inanmıyorum..
Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına..
Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki..!
Vazgeçemezsin tutkun olurum..
Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni..
Tüm tutkularım ve gücümün arkasında..
Hala minik bir çocuğum..
Büyütemezsen kaybolurum...

Rabindranath Tagore

9 Kasım 2010

"hit the bottom and escape"


"Âteş de aşk ve ölüm gibi,
sadece öz nefiste idrak edilebilecek tecrübelerden.
Kimse kimsenin yerine yanmıyor
ve kimsenin yangını kimsenin yangınına uymuyor."

"Mormürekkep"
Nazan Bekiroğlu

19 Eylül 2010

Sevgi neydi sahi?

"Bir mektubun ilk satırı mıydı; bir telefon­daki ilk ses mi? İnsanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarca okunan; yoksa ilk satır arayışları mı tekrar be tekrarlanan? Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten; yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları... mı?
Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi; kâh hüzünle, kâh mutlulukla hatırlanan. Belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i İlahîde ve sınavı geçmekti ercesine. Sevgi bir teybeydi, nasûh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda."

"Şaşkın vaziyetteyim;
nefsimi mi azarlayayım,
arzulu gözümü mü,
yoksa kalbimi mi?"

Iskender Pala

18 Temmuz 2010

Bazen..

"Bazen bir an için kalkıp gitme, bağları koparma cesaretini buluyorum kendimde.
Keşke nereye gideceğimi bilsem! Herhalde giderdim..."

Genç Werther'in Acıları - Goethe

28 Nisan 2010

"From your lips to God's ears"

"Bana, dedi, bir isim ver,
varlığım olsun"

"Göze, kulağa, kalbe ulaşmamış bitimsiz güzelliğin cennetinde can sıkıntısının bahsi geçmezdi elbet. Canının sıkılacağını ne Âdem tahmin edebilirdi, ne de böyle bir sıkıntı meleklerin aklından geçerdi. Ama Âdem'in içine yalnızlık duygusunu koyan, secde gününde kelimelerin arasına Havva ismini katan, muhabbet bahsini de bitişik sayfada açan, Âdem'in canının sıkılacağını da elbet biliyordu.
......

Şu Havva adı bir kez düşmüştü ya Âdem'in aklına, kelimeleri arasına. Hani kalbine sevinç düşmüş, bir telâş takılmıştı ya ayağına. Neyi istediğini bilmeden bile, istediğini yeşil zümrüt kuşundan gizlemedi.Dedi ki:

Ey yeşillerin en güzeli, kuşların zümrüt sevgilisi. Şu meyve dolu dalları, neredeyse çatlayacak olan narı, köşklerin altından akan ırmakları, elmaslı yağmurları görüyorum. Cennetin her ân şaşırtıcı bir güzellikle, renk, ışık ve kokuyla başkalaşımını, olduğunda kalmayışını, bu bitimsiz ânda yeniden yeniden yaratılışını seyrediyorum. Ama görmek bana yetmiyor. Gördüğümün de görülmesini istiyorum. Ne istediğimi bilmiyorum aslında ama başka bir şey istiyorum.

Elini göğsünün üzerine koydu.
Sanki, dedi, bak tam şuramda, sol yanımda, kalbimin altında bir yer eksik kalıyor. Sonra bu kadarla kalmıyor, o eksiklik bütün ruhuma doluyor. Ne yapsam eksilmiyor ne yapmasam dolmuyor.
.....

Âdem'in canı sıkılıyor, diye tekrarladı daldan dala uçup duran hüthüt kuşları..
Melekler zaten olup bitenin farkındaydı. Bütün cenneti bir meraktır sardı. Cennette insanın canı hiç sıkılır mıydı?

Ama işte! Melek değildi ki bu, insandı.
Ona has ona mahsus değildi yalnızlık.
Onun doğasına yalnızlık ihtisası yazılmamıştı.

"Dahası, O'nun da,
sırrıyla aynası,
ismiyle yansıması,
ayanıyla beyanı arasında; der gibiyim"

LÂ, Sonsuzluk Hecesi
Nazan Bekiroğlu

14 Şubat 2010

Yitirme-k

Kimi aradığını yitirir aradıkça.
Kimi de arayandır, aranan onu bulur.

Özdemir Asaf

***

"İşte o zaman, sevgili diye, dünya diye, hayat diye baktığınız her boşluğu artık sadece sizin o yararlı benliğiniz doldurur. Nereye, hangi kalabalık şehre gitseniz peşinizden o ıssız, o karanlık ormanınızı birlikte götürürsünüz. Nereye gitseniz kendinizi orada kaybolmuş hissedersiniz. Yollarda kime rastlasanız, çıkartıp onun fotoğrafını gösterirsiniz. Bu insanı tanıyor musunuz, buralardan geçti mi, onu gördünüz mü, diye sorarsınız. aslında kaybolan o değil, sizsiniz; aslında o diye sorduğunuz kendinizdir..."

Cezmi Ersöz/ "Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi"

2 Ocak 2010

Hayatın Penceresinden

"Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten..."

Murathan Mungan



  • Yaşamında, genel çizgilerinde, üç tür şeyle karşılaşacaksın:
1) gelip geçmiş şeyler.
2) gelip geçmemiş şeyler.
3) gelmeyip geçmiş şeyler.

  • Bütün ‘şey’lerin, geçmiş ya da geçmemiş, ya da hiç geçmemiş olacak. Dördüncü durumla-"mantık" sırası içinde sonuncu olması gereken "şey"lerle-ise, hiç karşılaşamayacaksın:
4) gelmeyip geçmemiş şeyler…

  • Yaşamında, şunları da yaşayabileceksin:
1) birisini, ona söyleyecek bir şey bulamadığın için, aramak…
2) birisini, onu artık görmeyeceğini söylemek için, beklemek…
3) birisini, onu artık görmemeye dayanamadığın için, terketmek…

Neler yaşamayacaksın ki!…

Oruç Aruoba

20 Aralık 2009

Özlem | İstanbul

"Senden bahsediyorum, sokaklarından insanlarından kalabalıklarından yalnızlıklarından bahsediyorum; kelimelerimin arasına saklıyorum yüzünü, yüzlerinin içine gömüyorum kendi yüzümü. Ne de olsa elimi dahi sürmeden, dokunmadan, taşıyabilirim seni avuçlarım arasında. Ara sıra açar kaparım ellerimi, uç artık, uç biraz uzağa diye, sen inadım inat, taşı çatlatan inadınla yapışır kalırsın tenimde. Ne evimdin, ne de evsiz kaldım sende. Ne geçmişim sende mühürlüydü, ne de bir gelecek vaadi umdum senden. Arada bir yerlerde, bilmez gibi ara yerlerin tehlikesini, hani şu taife-i cinin hep çarptığı eşiklerden birinde sıkışmış kalmış sana olan aşkım şehr-i İstanbul. Kimseye göstermiyorum ne seni ne beni ne bizi. Görmesinler ki yabancılar, görmek zorunda kalmayayım yabancılığımı. Seni düşünmek şehir, ne kadar zormuş."
Elif Şafak

İstanbul'dan ayrılalı henüz yıl olmamışken, O'nun kalabalık sokaklarını, ışıltılı gecelerini çok özledim. İstanbul'un havasını suyu, vapurun çıkardığı sesin kulaklarımda çınlamasını özledim. İstanbul'da ezan sesi ile uyanmayı özledim. *sigh*
İnsan uzakta olunca daha çok hissediyor; Bekle beni İstanbul çünki en kısa zamanda ordayım, seninleyim.





"ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
bakışlarımda akşam karanlığın
kulaklarımda sesin istanbul"

19 Eylül 2009

Dinlemek

"İçimde bir yengeç var.
İçimdeki en kuytu kovukta yaşıyor olmalı; oradan seyrediyor herhalde her yaşadığımı. Ancak arada bir hissediyorum varlığını – ancak arada bir belli ediyor kendini. Ama biliyorum : hep orada...

... bana direnir çoğunlukla – dolambaçlı yollarla karışır yaptıklarıma, ket vurur. Bir yolunu bulup yaptıklarımı engeller; yapacaklarımı belirlemeğe çalışır.
Bunun temelinde benim ile uyum içinde olmaması yatsa gerek. Benim yaptıklarım aykırı geliyor olmalı ona.

Sanıyorum benden pek hoşnut değil.
En çok dayanamadığı da, benim, devinimsiz, eylemsiz kaldığım zamanlardaki hâlimdir – (gün olur, hiçbirşey yapmak gelmez içimden; ya da : hiçbirşey yapmak gelir – öyle, bir köşeye oturur, saatlerce, etrafıma bakınırım – seyrederim. Kafamdan binbir türlü imge, tasarım, düşünce –öylesine, gelişigüzel– geçip durur; zaman da geçer ya, öyle –? aldırmam...), bu durumlarda, içimde, kocaman kıskacının çat–çatını, sert ayaklarının yan yan eşelenen öfkeli katırtısını duyarım. "Yürü git!", der bana; ama ben kalakalmış olurum. Dinlemem onu; belki, dinlemek elimden – içimden– gelmez."

Oruç Aruoba

6 Eylül 2009

“Love Will Hide a Multitude of Sins”

“What is it that makes a person great, admired by creation, well pleasing in the eyes of God? What is it that makes a person strong, stronger than the whole world; what is it that makes him weak, weaker than a child? What is it that makes a person unwavering, more unwavering than a rock; what is it that makes him soft, softer than wax? — it is love! What is it that is older than everything? It is love. What is it that outlives everything? It is love. What is it that cannot be taken but itself takes all? It is love. What is it that cannot be given but itself gives all? It is love. What is it that perseveres when everything falls away? It is love. What is it that comforts when all comfort fails? It is love. What is it that endures when everything is changed? It is love. What is it that remains when the imperfect is abolished? It is love. What is it that witnesses when prophecy is silent? It is love. What is it that does not cease when the vision ends? It is love. What is it that sheds light when the dark saying ends? It is love. What is it that gives blessing to the abundance of the gift? It is love. What is it that gives pith to the angel’s words? It is love. What is it that makes the widow’s gift an abundance? It is love. What is it that turns the words of the simple person into wisdom? It is love. What is it that is never changed even though everything is changed? It is love; and that alone is love, that which never becomes something else.”

Eighteen Up Building Discourses: “Love Will Hide a Multitude of Sins” (1843)
Søren Kierkegaard

2 Eylül 2009

Kapat gözlerini..



Gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım

bir nedeni yok.
yalnızca öptüm.

Küçük İskender

24 Ağustos 2009

Saçma-lama

En hoş ömür, hiçbir tür bilgelik olmaksızın geçen ömürdür
Sophokles



Ayıptı ama bu yaşta bu sulugözlülük, bu sabah akşam mesajlar. Hem sakin olmalı, hem kendi halime bırakmalıydım, ne o öyle ikide bir, neyi oluyorum ki hem, kim oluyorum ki, ne var ortada, nereye çeksen oraya uzar yarım ağız bir olasılık...Yüreğinden kopmuş olsa bile topu topu iyi bir dilek dışında ne var elimde? Sakin olmalı, ağırbaşlı hatta! Varsın hadım etsin içimi her şeyimi, böyle! Hayat bu...Hayat, akıl ister adamdan, o canı cehenneme adamdan akıl ister hayat!

Bedirhan Toprak/ Fanfa

22 Ağustos 2009

Hatırlatma-k

"...Bilirim herkes payına düşeni yaşar
Ve her yeni günde değişir hep bir şeyler
Sen de kendi payından bir hatıra seç ne olur
O ben olayım
beni unutma..."



"Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı Tilki. "Ben tavuk avlıyorum, insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken, seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgârın sesini de seveceğim..."

Küçük Prens / Antoine de Saint-Exupery